Aganta Burina Burinata
Halikarnas Balıkçısı
Yayınevi: Bilgi Yayınevi
Yayın Tarihi: 1946
Sayfa Sayısı: 192
Varoluş üzerine düşünmeyi bir denizcinin mavi yolculuğuyla aktaran kitap. İnsanlar burada ya deniz ya toprak insanıdır. İnsan yaradılış hamurunu kavrarsa kendinden kaçabilir mi?
Seninle ilk karşılaştığımızda Aganta Burina Burinata, aramızda bir etkileşim hissettim. Nedenini bilmem, belki mavinin hâkim olduğu kapak tasarımından belki lisede deniz aşığı olduğunu çokça duyduğum yazarın Halikarnas Balıkçısı’ndan sanki sen mavi bir yolculuktun bense bilet alması gereken bir yolcu.
Beni hiç de şaşırtmadan ilk sayfana koyuyorsun şu cümleni:
Ne var ki kasabanın bütün sokakları, her ne kadar sağa sola sapsalar da eninde sonunda denize çıkıyor.
Açık açık söylüyorsun benim sonum denize çıkacak sevgili okur, benim Mahmut’um deniz denizim de Mahmut olacak. Ki buna ne annesi ne babası ne yâri engel olabilecek. Sen de hazır ol. Bu öyle bir yolculuk ki Mahmut’u çekip almak isteyeceksin, gitme diyeceksin, tam doğru seçimi yaptığına inanacaksın ama Mahmut yine uslanmayacak, seni de dinlemeyecek ve eninde sonunda yolumuz denizde bitecek. İsminden çocuk neşesi aldığın bu kitabın, yani benim, bitmesiyle bu neşe buruk ama gerçekçi bir anlamla yer değiştirecek. ‘Aganta Burina Burinata’ sevinçli bir denizcinin istekli haykırışından çıkıp fırtınalı günlerde dahi kendini bulan bir denizcinin kader yolculuğuna dönüşecek.
Halikarnas Balıkçısı seni yaratırken, duyguları cümlelerine iliklerken, olayları aktarıp insanları anlamamızı sağlarken hiç elini aza alıştırmamış. Üstelik bunu yaparken bulutların dağılıp denizin durgunlaştığı hali gibi saydam, pürüzsüz ve oldukça akıcı, zarif bir dil seçmiş. Mutluluğu ifade ederken mutlu oluyor, hüznü anlatırken hüzünleniyor, utananla birlikte utanıp, geçim derdi olanla dişimizi sıkıyoruz. Bir manzaraya bakarken sanki karşısındaymışçasına orayı seyrediyor ve zevk duyuyoruz. Ancak ele alınan tüm duygular yoğun bir şekilde aktarılmış. Bu yoğunluk hem iyi hem de duygusal manada boğucu bir durum olmuş. Kitabındaki insanların sıkıntılarını seninle ben de yaşadım. Tıpkı oradaki hayatlar gibi çaresiz, elimden yardım gelmez halde buldum kendimi. Baş kahramanın Mahmut’un yanı sıra birçok karakter ve karakterle gelen yaşamlarını sundun bizlere, hepsi ayrı birer öyküydü. Çok acıklı olduklarını da es geçemem, bazen ‘Bu kadar da kötülük olmaz yahu’ dedim. Eski Anadolu insanının kafalarda tasvirini yerle bir ediyordun fakat bu anlatılanların doğruluğuna da inanıyorum. Tabii en çok Mahmut’u takip ettik, o hangi yolu seçtiyse onunla beraberdik. O kendi yolunu aradı, kendi duygularından ve ne istediğinden daha küçük yaşta emin olma şansına sahipti. Biliyoruz ki kaç yaşına gelmiş insanlar var kendilerinden bihaber. Ama Mahmut’un minik elleri oyuncak kayıklar yapıyor, gözleri denize özlemli, ayakları sahillere koşuyor, hayalleri Amerika’yı bulan Kristof Kolomba’a imreniyor. O deniz insanı olduğunu doğduğu an biri kulağına fısıldamış gibi çok önceden kabul ediyor ve bu konuda acabalara yer vermiyor. Üstelik akrabaları kuşaktan kuşağa denizci ve denizden çektiklerini, bıktıklarını anlatıyorlar. Babası oğlunu toprak insanı yapmak istiyor. Ekmeğini denizin hırçın dalgaları arasından, ellerini mücadeleyle kanatarak çekmesindense toprağın ilgilendikçe vermek isteyen katmanlarından almasını yeğliyor. Peki Mahmut’un ekmek derdi aklına hiç gelmiş mi? O, rüzgarı hayatta ilerlemek sanıyor, dalgayla mücadeleyi ise bir onur.
Babası, kardeşini de denize kurban verdikten sonra kesin olarak denizden ayrı kalma arayışlarına başlıyor. Satın alınacak bir toprak bulma girişimi sürecinde Mahmut’u eskici yanına çırak veriyor. Nereden bilsin, gemide kaza sonucu topal kalan Halil Usta’nın bu kazaya rağmen denize gram küsmediğini. Ustası Mahmut’u denizden soğutacağına, onun ilk deniz hocası oluyor ve bizimkinin aşkını besliyor. Bunu öğrenen babası onu çıraklıktan alıp mahalle mektebine verse de artık çok geç kalıyor.
Gel gelelim Mahmut büyüyor, denize karşı çile çekenlerin onca küfrünü, akrabalarının ölüm haberlerini, hırçın denizde balıkçıların tutamadığı balıkları, açlığı… Duymuyor. O, denizlerde yol almasını sağlayan kayıkları, onun yelkenlerini, floklarını, gabyasını, randasını, babafingosunu düşlüyordu. En sonunda annesini ikna edip düğünle kavuştuğu yâri gibi hasretle denizine kavuştu. Yıllar geçti bu sırada babasını fırtınada kaybetti, annesinin ölüm haberini de çok geçmeden aldı. Şu dünyada bir sevdiği kız Erkek Fatma kalmıştı. Denize yıllarını verdi, denizi de kayıkları da denizcisini de kapatanını da içiyle dışıyla tanıdı.
Kitapcığım, sen bize Mahmut’un şahit olduklarıyla denizcinin hayatını anlattın ama bir kez bile bu yolculuğu pişmanlıkla harmanlamadın. Çünkü Mahmut bir sevgili gibi gördüğü denizini olduğu gibi kabul etmiş, koşullarından şikayetini dile getirirken bile güzel yanlarını, verdiği heyecanın tatminliğini hiç unutmamıştı. Bir gün artık şartlar iyice zorladığında, memleketine döndü Mahmut. Ne yazık ki tanıdıkları eskisi gibi değildi. Çok sevdiği Fatma’sının başına talihsiz bir olay gelmişti. Fatma onunla evlenmek isteyen Mahmut’tan çirkinleştiğini düşündüğü için kaçtı. Ancak Mahmut hem çocukluğu hem gençliği olan Fatma’nın yeşille karışık mavi gözlerinde denizi görmüştü. Ondan vazgeçmeyi düşünmemişti bile.
Denizden gayrı her şeyini kaybeden Mahmut, denize de yansıttı öfkesini. Onunla bağını koparmak istedi ve babasının arkadaşının ‘Denizi bırakman koşuluyla kızımla evlenebilirsin. Topraklarımız da sizin olur.’ sözüne razı geldi. Artık ufuklara uzanan mavi sular yoktu, artık Ayşe’si, onun sıcacık koynu, öpücükleri ve aşkı vardı. Birbirlerini sevdiler. Bizimki Ayşe’yi de toprağı da sevdi. Denize verdiği tüm emeklerden kazandığı ile toprağın çabalarına verdiği karşılık çok başkaydı. Toprak anaydı, sahip çıkardı; deniz hırçın bir sevgiliydi ancak vazgeçmeyenleri yanına alabilirdi.
Tam sevindik, küçük Mahmut’umuz büyüdü, deniz hayatını da yaşadı içinde burukluk kalmadı, sakin ve huzurlu bir hayata geçti. Verdiği huzursuzluk sinyallerini görmezden geldik. Yok ya kurduğu yaşamdan vazgeçmez. Toprak insanlarının kötü yanlarını anlatıyor ama o bambaşka bir toprak ağası olur, Ayşe’yle de sorunlarını çözer ve musmutlu devam eder… Nerde… Mahmut bir deniz insanıydı. Onun ruhunun şarkısı dalga hışırtısı, kalbinin ritmi rüzgarla çırpınan yelkenlerdi. İnsan çevresindeki tüm koşulları istediği ölçüde düzeltse içinde yanan alevi söndürebilmeye yeter mi? Aganta Burina Burinata, ben seni bir deniz yolculuğu sandım. Öyleydin fakat bu aynı zamanda varoluş yolcuğuyla da ilgiliydi. Mahmut kim olduğunu biliyor ve bundan kaçamıyordu. O, nefesle eşdeğer gördüğü denizine geri döndü. ‘Sevgili okuyucu!’ dedin bizlere de: Sen kimsin? Kendini ne kadar tanıyor ve ait olduğun dünyanı nasıl tanımlıyorsun? Yürüdüğün yolu seçen kim? İçinde yaşam sürdüğün dünya huzur veriyor mu? Yoksa içten içte bir şeylerin özlemi seni dumana mı boğuyor? Düşün sevgili okuyucu, düşün. Mahmut deniz insanı. Ya sen?
Halikarnas Balıkçısına Aganta Burina Burinata için çokça teşekkür ve sevgiyle…
Kitabın Artı Yönleri
- Konusu orijinal ve dili etkileyici bunlar da kitabı sürükleyici yapıyor.
- Başkarakterin gelişimi yerinde ve onu anlamak güç değil.
- Yazarın diğer kitaplarını da okuma isteği uyandırıyor.
Kitabın Eksi Yönleri
- Yazar anlattığı insanları keskin bir şekilde iyi ve kötü olarak ayırmış. Gri bir karakter görmek zor.
- Olayların çoğu olumsuz sonuçlanıyor, herkesin başına kötü bir olay gelmeyebilirdi.
Fotoğraf: Hülya Özdemir